Troçki’nin çalışma odasındaydılar. Troçki, Frank Jackson’un okuması için verdiği yazıyı eline almış, göz gezdirmeye başlamıştı. Genç İspanyol, trençkotunun arasından çıkardığı buz baltasını birden eski devrimcinin başına indiriverdi. Troçki, baltayı ikinci kez indirmesine fırsat bırakmadan yerinden sıçrayıp olanca gücüyle Jackson’un bileğini tuttu. Ve bu beklenmedik savunanın onu sendeletmesinden yararlanarak yandaki odaya geçti. Kapıda durdu, aldığı öldürücü yaranın etkisi altında bir çığlık attı. Eşi Nathalia ile muhafızlar koşuştular. Yan odaya doluşan muhafızlar suikastçının üzerine atılıp ellerindeki silahların dipçiğiyle vurdular, vurdular… Dışarıda beklemekte olan polisler de yetişti. İki yaralı, Troçki ile suikastçı Jackson, hastaneye kaldırıldılar. Troçki çok yaşamadı; 25 saat sonra öldü. Doktorlar beyin zarının geniş ölçüde zedelendiğini açıkladılar. Amerikalı Troçkistler, onun ABD’de toprağa verilmesini istiyorlardı. Bu istek uygun görülmedi. Meksiko kentinde bekletilen cenazesi başında, arkadaşları ve işçi temsilcileri nöbet tuttular. 300 bin kişi saygı duruşunda bulundu. Jackson, iki yıldır, Troçki’nin eski sekreterlerinden ve güvendiği kişilerden biri olan Sylvia Agelof’la nişanlıydı. Yoksa, Meksiko’nun 10-15 kilometre ilerisindeki, polisin ve özel muhafızların beklediği bu kale gibi eve adımını bile atamazdı. Daha önce hep Troçkist çevrelerle yakın ilişkiler içerisinde bulunan nişanlısı Sylvia ile birlikte gelmişti. Olay günü de (20 Ağustos 1940) içeriye girince Slyvia’yla burada buluşacaklarını ve birlikte New York’a gideceklerini, “veda ziyareti”ne geldiklerini söylemişti. Sonradan eşi Nathalia’nın anlattığına göre, Jackson geldiğinde Troçki tavşanlarına yiyecek veriyordu. Bu uğraşının yarıda kesilmesine canı sıkılmıştı. Yine de aldırmamış; Jackson’un son makalesini gözden geçirme önerisini kabul edip onunla birlikte çalışma odasına girmişti. İki üç dakika sonra da olanlar olmuştu… Meksika’daki ikinci saldırı amacına ulaşmış ve Troçki öldürülmüştü. 24-25 Mayıs’ta düzenlenen ilk suikast girişiminin üzerinden üç aylık bir süre bile geçmemişti. Troçki Kimdir? 1879′da Ukrayna’da doğan Troçki’nin asıl adı, Lev Davidoviç Bronstein’dı. Orta halli bir Yahudi ailesinden gelen Troçki, Odessa’da hukuk okumuş ve Rus devrimcilerine katılmıştı. 1898′de tutuklanmış ve Sibirya’ya sürülmüştü. Londra’ya kaçtıktan sonra burada Lenin ve Plehanov’la dostluk kurarak İsviçre ve Paris’te geçen yılların ardından, New York’a giderek Noviy Mir (Yeni Dünya) dergisini çıkardı. 1917′de ülkesine dönerek Ekim Devrimi’nde Lenin’le birlikte Sovyetler’in önderleri arasında yer almış, iç savaş sırasında Savaş Komiseri olarak Kızılordu’yu kurmuştu. Devrim öncesinde, 1917 Devrimi sırasında ve sonrasında önemli görevler üstlendi Aynı zamanda eserlerinde, “sürekli devrim”i öngören ve Troçkizm olarak anılan Marksist kuramı geliştirip savundu. Devrimin önderleri arasında çıkan anlaşmazlıkların ve bir takım gelişmelerin ardından Troçki, Komünist Partisi’nden çıkarıldı. 1928′de Kazakistan’a (Alma Ata’ya) sürgün edildi. Ocak 1929′da Sovyetler Birliği’nden kovuldu. Türk hükümeti tarafından kabul edilerek Büyükada’ya yerleşen Troçki, 1933′te Fransa’ya girme izni aldı. Burada Dördüncü Enternasyonal’i kurmaya çalıştı, 1935′te Norveç’e gitmek zorunda kaldı. Sovyetler Birliği’nin baskısı sonucu orada da sürekli oturamayıp 1936′da Meksika’ya gitmek zorunda kalmıştı. Eski komünist muhalefet önderleri, 1936-38′de yokluklarında ünlü “Moskova Duruşmaları”nda yargılandılar ve hain ilan edildiler. Sonradan Troçki’ye ve öteki önderlere yöneltilen suçlamaların gerçekdışı, bunların dayanağı olarak gösterilen belgelerin de düzmece olduğu anlaşılacaktı.
Troçki’ye İlk Suikast Girişimi Troçki, Meksika’nın başkenti Meksiko’da yaşamaya karar vermişti ama Stalin’in kendisini dünyanın öteki ucunda bile buldurup öldürtmeye çalışacağını da tahmin etmişti. Bu yüzden, kentin 10-15 kilometre ötesindeki banliyö bölgesi Coyoacan’da, Morelos Caddesi’ndeki son evi satın aldı. Şato görünüşündeki bu harap evin dört yanına yüksek duvarlar çevrildi; belli aralıklarla da makineli tüfekli koruyucuların nöbet tutacağı gözetleme kuleleri yapıldı. Kapı çeliktendi ve küçük bir gözetleme penceresi vardı. Duvarların çevresi elektrik verilmiş tellerle çevrilmişti. Ayrıca, dokunulduğu anda evdeki muhafızları ve dışarıda bekleyen polisleri harekete geçirecek bir alarm düzeneği konulmuştu. Bunca önlem Meksiko’nun kimi çevrelerinde alay konusu olmuştu; Troçki’nin “suikast hastalığına tutulduğu” söyleniyordu. Haklı olduğu, makineli tüfeklerin kullanıldığı ilk suikast girişiminde anlaşılacaktı. İlk suikast girişimini ise Nathalia Troçki şöyle anlatıyordu: Gece yarısı çok yakından gelen silah sesleriyle uyandım. Lev de uyanmıştı. Kulağına eğildim, ‘içeriye ateş ediliyor’ dedim. Yataktan yavaşça döşemenin üzerine indik. Bahçede, evin her yanında şimşeği andıran parıltılar vardı. Silah sesleri gecenin sessizliğini yırtıyordu. Kapının eşiği önünde, sürekli hareket içinde bulunan, yüzüne gölgelerin ve silahların ateşleri yansıyan üniformalı hır adam vardı. Biz, birbirimize sarılarak odanın bir köşesine büzülmüş, hareketsiz duruyorduk. Bir ara Lev’i kurşunlardan korumak için doğruldum, o beni hemen yere çekti. Makineli tüfeğin parıltıları ve sesi uzun süre kesilmedi. Sonra birdenbire her şey derin bir sessizliğe gömüldü. Torunumuzun kaçırıldığını, dostlarımızın öldürüldüğünü düşündüm. Lev’i de öldürmeye gelecekler diye beklemeye başladım. Olaydan sonra evin her yanında kurşunlar bulunmuştu. Kurşun izleriyle duvarlar delik deşikti. En fazla kurşun da Troçkiler’in yatak odasına, özellikle de yataklarına, yorganlarına atılmıştı. Hem çalışma odasına açılan kapıdan, hem de tuvalet penceresinden çapraz ateş açıldığı anlaşılıyordu. Troçkiler’in kurtuluşu adeta bir ‘mucize’ydi. Bu arada yanlarında kalan 12 yaşındaki torunları Sieva ayağından yaralanmıştı. Suikastçılar bununla da yetinmemişler, giderlerken bir yangın bombası atmışlardı. Bu bomba, evin önündeki çimenliğin yarısının yanmasına yol açmıştı. Meçhul suikastçılar polis üniforması giyerek gelmişlerdi. Biri binbaşı, biri yüzbaşı rütbesindeydi. Evi bekleyen polislerle muhafızlara denetim amacıyla geldiklerini söylemişlerdi. Sonra silahlarını alıp ağızlarını tıkamışlar ve sımsıkı bağlamışlardı. Stalin, Belgelerin Peşinde Troçki, sabahleyin gelen polis şefine verdiği ifadede, gelenlerin hem kendisini öldürmek hem de evi yakmak istediklerini söylemişti. Evi suç kanıtlarını yok etmek için mi yakmak istediklerini soran polise şunları anlatmıştı: Olabilir. Ancak asıl amaçlan, sanıyorum arşivimi ve gizli belgelerimi yok etmekti. GPU (Stalin’in gizli polisi) son zamanlarda nasıl bir uğraşı içinde olduğumu biliyordu. (Troçki, Stalin’in yaşam öyküsünü yazıyor ve geçmişini çok iyi bildiği eski dostunun gerçek yüzünü belgelere dayanarak ortaya koymayı amaçlıyordu.) Norveç’te de benim evde bulunmadığım bir sırada evime girip belgeleri çalma girişiminde bulunmuşlardı. Daha sonra Fransa’da, Toplumsal Tarih Enstitüsü’ne büyük önem taşıyan çok sayıda fişler, belgeler bırakmıştım. Bir gece enstitünün çelik kapısını kesip girdiler ve oradan, içinde benim bıraktığım belgeler de bulunan 66 kilo ağırlığında belge çaldılar. Troçki’nin Frank Jackson diye bilinen katilinin üzerinden çıkan kimlik, Brükselli bir aileden 1904’te Tahran’da doğmuş Jacques Mornard Vandendresched’e aitti. Katil, babasının Tahran’da Belçika hükümeti temsilcisi olduğu sırada doğduğunu, Paris’te gazetecilik öğrenimi yaptığını, o sırada Troçkist olduğunu söylüyordu. Dördüncü Enternasyonal’in bir üyesinin kendisini, Troçki’yle tanışmak üzere -para ve sahte kimlik sağlayarak- Meksika’ya yolladığını da öne sürüyordu. Dediğine bakılırsa, Troçki’yle tanışınca, onun işçi sınıfı için savaşım veren bir sosyalist değil, intikam tutkusuna kapılmış bir ihtiyar olduğunun ayırdına varmıştı. Ve ekliyordu: “Troçki, beni Sovyetler Birliği’ne göndermek istedi. Kızılordu üzerinde olumsuz etkiler yapacak ve fabrikalara sabotajlar düzenleyecek bir örgüt kurmamda ısrar ediyordu.” İlk sorgusu hastanede yapılan, olay sırasında Troçki’nin muhafızlarınca hırpalandığı için bir gözü hâlâ kapalı olan katil, üzerindeki Frank Jackson adına düzenlenmiş pasaportun sahte olduğunu kabul etti. Ama başka konularda doğruyu söylemiyor, fazla sıkıştırılınca “hatırlamıyorum” diyordu. Soruşturmanın sonucuna, daha doğrusu Troçki’nin sekreterlerinin kayıtlarına göre, Jackson ya da Jacques Mornard, Troçki’nin evine ilk kez evin silahla taranmasından dört gün sonra gelmişti. Bunu kısa süreli üç görüşme izlemişti. Bu, Troçki’nin onu yeteri kadar tanımadığının, dolayısıyla kendisine Sovyetler Birliği’ne gitmesini ve orada sabotajlar yapmasını isteyecek kadar güvenmediğinin bir kanıtıydı. Ancak, Jackson’un gerçek kimliğine ve kimlerle bağlantılı olduğuna ilişkin bir ipucu ele geçirilemiyordu. Rus Pilotun Tanıklığı Bir ay sonra, bir berber dükkanında müşterilerden biri, eski bir Rus pilotu, Jackson’u eski arkadaşlarından Salvator Tarkov’a benzettiğini söyledi. Tarkov da Rus idi ve uzun süre Meksika’da şoförlük yapmıştı. Bu tanık, tutuklu bulunan Jackson’la yüzleştirildi. Rus pilotu, onu ‘teşhis’ ettiğini ve Tarkov’un ta kendisi olduğunu söyledi. Jackson ise onu hiç tanımadığını öne sürdü. 16 Nisan 194.3’te mahkeme, Jackson’a Meksika ceza yasasının öngördüğü en ağır cezayı (idam cezası kaldırılmıştı; yetkililer kimi mahkumları Tres Marias adasındaki korkunç hapishaneye göndererek ‘ağırlaştırılmış hapis cezası uyguluyorlardı) verdi: Yirmi yıl hapis… Jackson hapishanede cezasını çekerken dış dünya onunla ilgilenmeyi sürdürüyordu. Özellikle de gerçek kimliği merak ediliyordu. Meksika hükümetinin görevlendirdiği ünlü krimonolog Dr. Quiroz uzun yıllar bir dedektif gibi çalışmıştı. 1950′de Paris’te toplanan Dünya Kriminoloji Kongresi’nde bir İspanyol meslektaşına Jackson’un parmak izini ve hakkındaki bilgileri aktardı. Ve sonunda Madrid Kriminolojik Araştırmalar Laboratuvarı Müdürü, katilin resmine ve parmak izlerine ulaştı: Bu kişinin adı Jaime Ramon Mercader del Rio Hernandez idi. 1935’te Genç Komünistler Örgütü ’nün düzenlediği gizli bir toplantıda yakalanmış ve polis kayıtlarına geçmişti! Araştırma sürdürülünce, Ramon Mercader’in annesi Caridad’ın da 1930’da İspanya’da gizli bir komünist ajanı olarak çalıştığı anlaşıldı. Caridad 1932’de Moskova’ya gitmiş, gizli polis örgütü GPU’dan eğitim almıştı. 1936 yılında İspanya’da iç savaş başlayınca, Mercader’le annesi komünistler safında çalışmışlardı. Savaşta Mercader boynundan yaralanmıştı. 1937’de Moskova’ya gitmişti. Troçki’nin öldürülmesi görevinin kendisine orada verildiği ve Meksika’ya gönderildiği tahmin ediliyordu. Suikasttan sonra annesine Moskova’da ‘Lenin Nişanı’ verildiği de öne sürülüyordu. Caridad, oğluyla ilgilenmek üzere Meksika’ya geldiyse de, kendisiyle görüşemedi bile… Fransa’ya dönerek oğlunun ceza süresinin bitmesini bekledi. Ramon Mercader, 13 Mayıs 1960’ta tahliye edildi. Hapisten çıkar çıkmaz da uçağa binip Moskova’ya (belki önce Çekoslovakya’ya) gitti ve orada yerleşti. O gün kendisini arayan gazetecilere annesi, “Konuşmamam gerekiyor” demişti. Troçki’nin Stalin tarafından verilen emirle öldürüldüğü, Sovyetler Birliği’nde “Glasnost” rüzgârlarının esmeye başladığı 1985’ten sonra resmen açıklanacaktı! Kaynak: Alpay Kabacalı, Popüler Tarih, sayı 25
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder